İNŞAAT TEKNİKERLİĞİ ÖĞRENCİLERİNİN SEVGİ ZEKALARININ ARAŞTIRILMASI
Latif Onur UĞUR - Handan ALTINPARMAK
Kırşehir Üniversitesi / Kaman M.Y.O.
ULUSAL M.Y.O. ÖĞRENCİ SEMPOZYUMU / 21-22 Ekim 2010 / DÜZCE
JAPONYA’DA MODERNLEŞMENİN SOSYO-EKONOMİK VE KÜLTÜREL TEMELLERİ
Dr. Ahmet CİHAN*
Başlarken
Japonya'nın modern bir devlet olarak ortaya çıkışında, günümüz kalkınmakta olan ülkelere benzemeyen bir tarzda, Meiji dönemi liderlerinin yabancı kültür kaynaklarını seçerek alması önemli bir etken olarak kabul edilebileceği gibi, 19. yüzyıl Japonya'sındaki "post-feodal" yapının veya mevcut ön şartların da transformasyonu kolaylaştırdığı düşünülebilir. Bu bakımdan, Meiji Japonyasının, modernleşmede ‘sui generis’ bir örnek teşkil ettiği ileri sürülebilir.
Mamafih, Meiji Restorasyonunun Batı etkisi olmadan kısa sürede gercekleşemeyeceği de vurgulanması gerekir. Commodore Perry'nin 1853’de Japonya'ya gelişi ve Tokugawa yönetimini, 17. yüzyıldan beri süregelen dışa kapalı politikasını degiştirmeye zorlaması; hemen sonrasında, başta Amerika ve İngiltere olmak üzere, Fransa, Almanya ve Rusya ile siyasi ve ticari ilşkilerin başlatılması Japonya'da vuku bulan hızlı değişimde önemli bir faktör olmuştur denilebilir. Ayrıca, 1867 Restorasyonunu müteakiben yabancılar dalgası ortaya çıkmış ve geçiş dönemi Japonyası, çeşitli devlet kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen, henüz yeni teşekkül etmekte olan özel sektörün faaliyet gösterdiği muhtelif alanlarda görevlendirilen yabancıların bilgi, tecrübe ve deneyimlerinden büyük ölçüde yararlanmıştır.
Diğer taraftan,, aynı derecede önemli bir başka gerçek de, Tokugawa’nın, 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan kriz döneminde yabancı müdahalesine, kaçınılan zorunlu sivil savaşa müsaade etmiş olmasıdır.
Gerçekten, Meiji Restorasyonunun gelişim çizgisine bakıldığında üç bölümden teşekkül eden bir soru akla gelmektedir: Dönüşüm, sadece Tokugawa periyodunun (1603-1867) son zamanlarında meydana gelmiş olan dahili gelişmelerin bir uzantısı mıdır, yoksa, daha çok, dışardan gelen etki tufanıyla hasıl olan bir ürün müdür, veya Meiji dönemi modernleşmesi dahili ve harici etkilerin bir bileşimi midir?
Biz, bu çalışmamızda, yabanci etkisinin modernleşme sürecinde önemli bir dönüm noktası ve etkili bir faktör olduğunu vurgulayarak, Tokugawa periyodu (1603-1867) sonlarında ortaya çıkan dahili gelismeler ile onun sonraki donemdeki etkileri uzerinde durmak istiyoruz.
İlk başta, Batı bilim ve teknolojisinin üç yol veya şekilde Japonya’ya transfer edildiği vurgulanması gerekir. Birinci yol, Tokugawa periyodunun (1603-1867) son otuz yılında yoğunluk kazanarak, birbiriyle ilintili pozitif bilim alanındaki temel Batı kaynaklarının terceme ve çevirisi; ikincisi, Meiji, Restorasyonu (1867) sonrasında gündeme gelen, Batılı akademisyen, uzman ve teknikesyenlerin çalıştırılması; üçüncüsü ve muhtemelen en etkili olan ise, Tokugawa yönetiminin son on yılından itibaren uygulananan ve daha sonra kamu ve özel sektör tarafından desteklenen Japon akademisyen ve uzmanların Batı’da eğitilip ülkeye gönderilmesi girişimidir.
Yurt dışında eğitim gören ve araştırma yapan öğrenci, uzman ve teknikerler ile başta devlet teşekkülleri olmak üzere, ülke içerisindeki çeşitli kurum ve kuruluşlarda istihdam edilen yabancı danışmanların üstlenmiş olduğu rol ve fonksiyonlara göz atıldığında, bir süre yabancı etkisinin çok önemli olduğu kolayca ifade edilebilir. Mamafih, Commodore Perry'nin Japonya'ya gelisinin (1853), siyasi, idari, iktisadi ve ticari alanlarda daha sonra vuku bulan temel degişme süreci için bir vesile olduğu, yoksa bu dönüşümün yegane nedeni olmadığı söylenebilir.
Tokugawa devri (1603-1867) sonlarında başlayan yabancı kaynakları Japonca'ya tercüme etme haraketi; yurt dışına uzman, teknik eleman ve öğrenci gönderilmesi girişimi; devlet ve özel girişim teşekküllerinde yabancı uzman, tekniker ve danışmanlar istihdam edilmesi, Japonlara, eski geleneksel Çin modeli ile bu zamana kadar benzeri görülmemiş Bati modeli ve bu ikisinin bileşimi sonucu ortaya çıkan geleneksel-modern Japon modeli arasında tercih imkanı sağlamıştır. Sonuc olarak, Japonların Batı tarz ve modellerini kendi toplum yapılarına uyarladığı, beşeri bünyeye uygun hale getirip benimsediği, aksine onu kopye ederek almadığı öne sürülebilir.
1860'lardan sonra yurt dışına gönderilen Japon misyon temsilcileri ve uzmanlar için yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ilke geçerli olmuştur. Büyükelçiler ve beraberindeki görevliler Batının değişik pek çok görünümlerini alıp ülkeye takdim ettikleri gibi, Batılı bilgi, düşünce tarzı ve kavramlar ile kurum ve organizasyonların Japonya içerisinde geliştirilmesine de öncüluk etmişlerdir. Onlar, herhangi tek bir ülkeyi model alıp, onu körükörüne taklit etmekten kaçınmışlar, aksine Avrupa ve Amerika'da gördükleri herşeyi özümseyip kendi ülkelerine transfer etmişlerdir. Böylece, bir bütün olarak Batı, uzak Doğu Asyanın geleneksel modellerini harakete geçirip yeniden şekillendirmiştir.
Batı kurum ve organizasyonlarını incelerken, siyasi-askeri ve teknik eğitim alırken seleksiyonun ve adaptasyonun yegane esas kriteri, her zaman, Meiji liderliğindeki Japon toplumunun muhtemel menfaati olmuştur. Batılı ülkelere giden misyon temsilcileri ile onların beraberindekiler, Avrupa şehirlerinde eğitim gören öğrenci, akademisyen ve teknik elemanlar Emperyal idarenin kurumlarını kuvvetlendirmek için bilginin tüm dünyada araştırılması gerektiği ilkesiyle haraket etmişlerdir.
Diğer taraftan, geleneksel Japon toplumunda bulunan ön şartların değişimi yönlendirmeye ve nihai sonuca ulaşmaya katkıda bulunduğu yadsınamaz. Mesela, pre-indüstriel bir toplumda modern iktisadi gelişmenin nüvesinin teşekkül etmiş olması, bu ön şartlar arasında, ilk başta zikredilebilir.
Restorasyon öncesi Japonya'sinda ihtiyaç ekonomisi genellikle kaybolmuş, onun yerine modern iktisadi büyüme teşekkül etmeye başlamıştır. Edo (Restorasyon sonrasındaki adıyla Tokyo), Osaka, Kyoto, Kanazawa ve hatta Fukui gibi muhtelif bölgelerdeki birçok şehir Tokugawa periyodunun (1603-1867) ikinci yarısından itibaren Japonya'da bir yeni urban yaşam tarzı meydana getirmişlerdir. Kale-kasaba statüsünden tedricen ayrılmış olan bu şehirlerin tamamı, ticari ve entelektüel ilişkiler için hünerli bir ağ temin etmekle kalmamış, aynı zamanda, modern ve metropolitan Japonya'nın temel taşları olarak rol almışlardır.
Aynı şekilde, bölgesel idareler ve şehirler arasında, bilgi, teknik ve tecrübe konusunda parlak bir mübadelenin sayısız örneklerine rastlamak da mümkündür. Bu mübadele, tıp, maliye, ticaret, devlet sanatları ve Alman araştırmalarında elde edilen yeni gelişme ve fikirlerin şehirler ve bölglerarası dolaşımını ve dolayısıyla ülke sathına yaygınlaşmasını mümkün kılmıştır.
Ön şartlar arasında, ikinci olarak, siyasal açıdan feodal yapıya sahip olan Tokugawa periyodundaki fevkalade yüksek eğitim düzeyi zikredilebilir. Yönetim merkezi olan Edo'da (bugünkü Tokyo), Japonya’ya nazaran, daha ileri düzeyde bulunan Avrupa ülkelerinde pozitif bilim alanında basılmış olan kitapları Japoncaya tercüme etmek, gelismis Bati Bilim ve teknikleri araştırmak üzere 19. yüzyıl ortalarından itibaren ilk kurumlar teşekkül etmeye başladığı gibi, bütün ülkeye yaygınlaşmış olan Han (bölgesel yönetim) akademilerinde sadace samuray sınıfı yararlanmamış, fakat aynı zamanda köy, kasaba ve şehir halkları da eğitim görmüstür. Confucian klasikleri, askeri teknikler ve sanatlar, samurai törenleri etrafında merkezileşen egitim sistemi Tokugawa periyodunun (1603-1867) ikinci yarısından itibaren tedricen değişime uğramış ve 19. yüzyıl başlarında aritmatik, tıp ve Alman araştırmaları da müfredat programına dahil edilmiştir. Alman araştırmaları, modern bilimlerin ve gelişmiş askeri tekniklerin Japonya'ya girişine hazırlık yapmıştır.
Erkek hakimiyetinin belirgin şekilde gözlendiği toplum geleneğine ve kız çocukların nispeten daha sınırlı örgün eğitim almalarına rağmen, Japon kadınları da modern hayatın farklı alanlarında rol almaya baslamışlardır.
Diğer taraftan, geleneksel zirai toplum yapısını muhafaza eden Japonların düşünce ve davranışlarındaki inkişafa parlel olarak, ülke sathına yaygınlanmış etkin entelektüel zümre ya da gruplar tezahür etmeye başlamıştır. Toplumun dönüşüme uğramasına hizmet etmiş olan elit gruplar da gözardı edilemez. Mesela, modernleşme döneminde, entelektüel ve yönetici bir grup olarak samurayların varlığı çok önemli idi. Her ne kadar, post-Meiji dönemde (1868-1912) samuray kökenli olmayanların yönetimde giderek daha fazla öncü rol oynadığı muhakkak ise de, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren başlayan, 1860’larda yeni bir ivme kazanan ve 1867 gerçekleşen Restorasyon sonrasında, Japonya’nın geleneksel toplumdan modern olana geçiş ve dönüşüm sürecinde liderlik kabiliyetine sahip olanlar samuraylar olmuştur. Bu dönemde, eski samuraylar, yabancı uzman, eğitimci ve teknikerlerin ülke içerisindeki değişik kurum ve kuruluşlarda görevlendirilmesinde, Batı’daki gelişmiş askeri ve teknik bilgilerin Japonya'ya getirilmesinde ve dolayısıyla ülke kalkınmasında güç ve iş birliği yapmış olduğu gibi, eğitim görmek ve araştırma yapmak üzere yurt dışına gönderilen ilk öğrencilerin büyük çoğunluğu da, aynı şekilde, samuray kökenli idi. Bu nedenle, samurayların gerçek bir aksiyomun insani örneğini teşkil ettiği ve bu tür bir dönüşümde geleneksel unsurların modern şartları oluşturmada ciddi bir rol oynadığı ve anlamlı bir fonksiyon üstlendiği iddia edilebilir.
Sonuç olarak, Restorasyon periyodundaki Japon entelektüeli değişimin en önemli unsurlarından biri olduğu kadar, aynı zamanda, toplumsal dinamikleri harekete getirici bir “engine” ya da manilya, onları yönlendirici ve şekillendirici bir “guider” veya “shaper” olmuştur. Önemli bir baskı ve menfaat grubu olmalarına rağmen, ülke ve toplum menfaatlarını şahsi ve grup çıkarlarına tercih eden Japon entelektüelleri, sadece bütünleşmenin ve dayanışmanın sembolü olmakla kalmamış, fakat aynı zamanda kalite ve verimliliğin artırılmasında da vazgeçilmez bir aktör olmuşlardır.
Dikkat çeken önemli unsurlardan biri de samuray elit ve diğer entelektüel gruplar arasında güçlü ve fakat henüz tam gelişmemiş bir milliyetcilik duygusunun mevcut olmasıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında dış baskı ile ülkenin yabancı münasebetlere açılması sonucu, kısa sürede eski kurumların ıslah veya reorganize edilmesi, lüzumlu bilgi ve tekniklerin hızla ithali ve 1860'lı yıllarda oluşturulan heyecanlı politikalar bir yana, elit gruplar arasında teşekkül etmiş olan milliyetcilik duygusu da bir bütün olarak Japonya'nın gelişip ilerlemesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur denilebilir. Japonya’da, başta samuraylar olmak üzere, entelektüel gruplar ve tüm halk kesimleri arasında potansiyel olarak var olan milliyetcilik duygusu bir taraftan değişimin itici gücü haline gelirken, diğer taraftan da dış dünyaya karşı ülke savunmasının sembolü haline gelmiştir.
Diğer taraftan, 1860 ve 1870'li yıllarda gözlenen Avrupalılaşma haraketi, Batı tarzına olan hayranlığı belirtip simgelemektedir. Avrupalılaşma ve ona karşı duyulan hayranlığı, daha sonra, 1889'da yayınlanan eğitim konusundaki Emperyal tebliğde de açıkca görüldüğü gibi, bir yeni Japonlaşma formülasyonu izlemektedir.
Kısacası, yüzyılın sonunda Japon geleneğine güçlü bir vurgu yapıldığı, modernleşme ve sanayi gelişme alanında elde edilen nihai sonucun Japon toplumunda öteden beri var olan ön şartların ve harici etkilerin bir bileşimi olduğu ifade edilebilir. Mamafih, Japonya 20. yüzyıla girerken bu bileşim, askeri, iktisadi ve ticari bakımdan hem ümit verici bir istikbali, hem de, daha sonra II. Dünya Savaşıyla, ülkenin harabeye dönüştürülmesi gibi bir tehlikeyi de bünyesinde barındırıyordu
Bu makale http://www.dicle.edu.tr/dictur/suryayin/khuka/cihan.htm adresinden alınmıştır.